19 Temmuz 2014 Cumartesi

SİNEMAMIZIN 100. YILI VE EN İYİ 10'U

Sinemanın propaganda unsuru olarak kullanıldığı 1. Dünya savaşı döneminde Fuat Uzkınay tarafından çekilen Ayestefanos'taki Rus Abidesi'nin Yıkılışı belgeselinin üzerinden tam yüz yıl geçti.
Ve şimdi Türk sinemasının 100. yılı tüm yurt çapında büyük coşkuyla kutlanıyor (demek isterdim :)
En azından Kültür ve Turizm Bakanlığı, Türk sinemasının 100. yılı kutlamaları kapsamında
Türkiye’nin en iyi 100 filmini internet üzerinden yapacağı oylama ile seçiyor. Akademisyenler, meslek birlikleri ve sivil toplum kuruluşları tarafından 500 film arasından seçilen 300 film halkın oylamasına sunuldu. İçinden favori 10 filmimize oy verebiliyoruz.
1 eylüle kadar sürecek oylamaya katılmak için:

Bununla birlikte köşe yazarları birer birer en iyi on listelerini açıklarlarken ben de kendi listemi açıklamak istedim. Tabii ki şahsi ve tamamen keyfi listemdir. İçinde Eşkiya'nın bulunmadığı ender listelerden olması gibi de bir özelliği var. Buyrunuz;


1) MASUMİYET (1997)


Yönetmen: Zeki Demirkubuz
Senarist: Zeki Demirkubuz

Türk sinemasının en iyi filminde, namus cinayeti uğruna girdiği hapisten yeni çıkan yersiz yurtsuz Yusuf, kaldığı otelde hayat kadını Uğur, kızı Çilem ve Uğur'a saplantılı Bekir’le tanışır.
Yusuf, toplumun belirlediği standartları reddeden, kendi ahlak kurallarını vicdanlarınca belirleyen bu sıradışı insanları tanıdıkça sınırları zorlanacak, sahip olduğu bütün yargıları alt üst olacak, hayata bakışı tümden değişecektir.

Masumiyet ‘adayış’ın hikayesi. Kabullenişin ve yaşayışın. Aşkın önünde diz çöküp af dileyişin.
Bu filmi izlememle benim için çok şey değişti. Türk sinemasına bakış açım, Zeki Demirkubuz’u tanıyışım. Benim hayata bakış açım, benim kabullenişim.
‘Ben’den öte bir ‘kader’ kavramı.
Masumiyet, Haluk Bilginer ve Derya Alabora’ya birer Altın Portakal kazandırırken, en iyi film ödülü zamanla efsaneleşmiş kır sahnesinde Bekir’in anlattığı geçmişi yaşayan insanların hikayesi Kader’e nasip oluyor.



“Yolu yok çekeceksin. İsyan etmenin faydası yok, kaderin böyle. Yol belli. Eğ başını, usul usul yürü şimdi...”


2) BİR ZAMANLAR ANADOLU’DA (2011)


Yönetmen: Nuri Bilge Ceylan
Senarist: Ebru Ceylan, Nuri Bilge Ceylan, Ercan Kesal

Kış Uykusu’na rağmen Nuri Bilge Ceylan’ın en iyi filmi olduğunu düşündüğüm başyapıt niteliğindeki bu filmde; bir savcı, doktor, komiser ve zanlının beraberindekilerle bir cinayet kurbanını aradıkları gerilimli bir gece ve sabahı anlatılıyor.
Özellikle sevdiğim kısmı ilk yarısı, Anadolu gecesi bölümü.
Hikayenin kahramanlarıyla birlikte Anadolu’nun bozkırlarında bir gece geçiriyorsunuz. Aniden çakan şimşekle ürperiyorsunuz. Yorgun argın çökmüşken muhtarın kızının cehenneme düşen bir huri gibi odaya süzülüp çay ikram edişindeki o heyecanlı atmosferi elinizi uzatsanız tutabilecek gibi hissediyorsunuz.
Mükemmel kareler, ustaca görüntü yönetimi, incecik mizah anlayışı, açığa çıkan sırlar, saklananlar, kendinden bile gizlenenler... “Sıradan” insanların sıradan konuşmalarına gizlenmiş ucuz fakat derin felsefi sorgulamalarla bezeli; tadına doyum olmayan doğal diyaloglarla, her izleyişinizde bir başkasını yakalayabileceğiniz küçük detaylarla dolu.
Özellikle Ercan Kesal ve Yılmaz Erdoğan’ın kusursuz oyunculukları filme çok şey katıyor.
Bu değerli film 2011'de ne yazık ki Uzak'la aynı kaderi paylaştı ve Haneke'nin Amour'u yüzünden Cannes'dan Jüri Büyük Ödülü'yle ayrıldı. Fakat şimdi anlıyoruz ki bu ramak kalış Altın Palmiye'nin habercisiymiş.
Daha sonra daha detaylı konuşalım isterim.




3) VİZONTELE (2001)


Yönetmen: Yılmaz Erdoğan, Ömer Faruk Sorak
Senarist: Yılmaz Erdoğan

Vizontele, Van'ın Gevaş ilçesine -ahalinin ne demek olduğundan bile bihaber olduğu- televizyonun gelişini temel alarak buranın insanını, hikayesini anlatır bizlere.
2000’li yılların başına damgasını vurmuş, komediyle dramın çok dozunda harmanlandığı Vizontele, Yılmaz Erdoğan’ın en “kendi içinden akıttığı” filmi. Hem insan ruhuna, hem gişeye, hem de Türk sinema sanatına çok katkısı oldu. İzlemeyen bir vatandaşımız olduğunu zannetmiyorum. Çoğumuzun ezbere bildiği repliklerinden birçoğu dilimize pelesenk olmuş hatta literatüre girmiştir.
Deli Emin’i, Siti Ana’sı, iki gün sonra gelen gazeteleri, gömülen televizyonu, yara kabuğu, bizi göremeyen Zeki Müren’iyle, damdan izlenen yazlık sinema filmleriyle, siyasi arkaplanıyla, karakterlerinin tavırlarıyla, doğallıklarıyla çok sahici bir köy, çok net bir dönem tasviri.
Gözlerimizden yaş kimi zaman gülmeken gelir, kimi zaman parçalanan içimizden.



4) SELVİ BOYLUM AL YAZMALIM (1978)


Yönetmen: Atıf Yılmaz
Senarist: Atıf Yılmaz, Ali Özgentürk

İstanbullu kamyon şoförü İlyas, köylü güzeli Asya'ya rastlar. Asya üzerindeki geleneksel baskılara rağmen, aşık olduğu İlyas'la kaçar. Sorumluluk nedir bilmeyen İlyas, Asya'yı bebeğiyle bırakarak çekip gittiğinde onlara kol kanat geren Cemşit olacaktır. Üçünün yolları kesiştiğinde Asya aşk ve sevgi, tutku ve sadakat arasında bir seçim yapmak zorunda kalacaktır.
Cengiz Aytmatov’un öyküsünden uyarlanan bu filmi bu kadar gönlümüze yerleştiren nedir diye düşünürüm bazen. Türkan Şoray ve Kadir İnanır yerine başka iki çok başarılı oyuncu oynasaydı da sever miydik? Bilemiyorum. Ya da yabancı bir film olsaydı benzer bir hikayeyi anlatan? Muhtemelen vardır zaten. Ama bu etkiyi yaratamazdı bence bizim için. Çünkü bu coğrafyanın gelinlik genç kızıdır Asya, buraların oğludur İlyas.


Çok gençlerdi. Çok aşıklardı. Yaptıklarının getireceği pişmanlığı, ödeyecekleri bedelin ağırlığını tahmin edemediler. Hayatın getirdiklerini yaşadılar.
Coşkun akan dere... Yeterli değildi.
Samet büyüyecekti. Samet salıncağa binecekti. Samet, Cemşit’i babalığa seçmişti.


Büyük insan Cahit Berkay'ın unutulmaz bestesini bir de buradan dinleyin.


5) AAAHH BELİNDA (1986)


Yönetmen: Atıf Yılmaz
Senarist: Barış Pirhasan

Atıf Yılmaz’la devam.

Tiyatro oyuncusu Serap, modern bir kadındır. Bir şampuan reklamında oynarken role öyle bir girer ki, bir anda kendini tipik Türk bir ailesinin içinde, hedef kitledeki bir ev hanımı olarak bulur. Toplumun kadınlara dayattığı o geleneksel ev hanımı olabilmek eski Serap yeni Naciye'yi zorlayacaktır fakat topluma karşı gelebilmek güçtür.
Bir oyuncunun rolünün hakkını verebilmesinin reklam filminde dahi yaşayarak oynaması oluşunu anlatır gibi yaparken, esasen Türk kadınına dayatılan hayatı resmeden; izlerken kadınları rahatsız edebilecek ve bunu ilginç şekilde eğlenceli yanlarıyla sıkmadan yapabilen feminist ve fantastik bir film Aaahh Belinda. 
Türk sinemasının en iyi senaristlerinden Barış Pirhasan’ın (Badi’yi yazmamış gibi yapıyoruz) Atıf Yılmaz’la başarılı sinerjisinin en iyisi; daha sıradan, daha olağan filmlerin yanında sivrilmiş, belki de o dönem sinemamıza birkaç gömlek büyük gelmiştir.
Çocukken yürüyen dev şampuan şişesinin beni korkuttuğunu hatırlıyorum. Büyüyüp de hayata atılmak üzere olduğum yaşlarımdaysa şampuan şişesinden ziyade, Serap'ın kaderine razı gelip ondan beklenen kadın prototipine artık uyduğunu gösteren son sahnelerden korkarım.
Yoksa biz de Belinda’yla yıkayacak mıyız saçlarımızı?
Dunganga dunganga!


1986 Türk sineması adına oldukça önemli bir yıl olmuş. Aaahh Belinda, -yine Yılmaz ve Pirhasan’dan- Adı Vasfiye, Züğürt Ağa, Yılanların Öcü, Kurbağalar gibi filmleri geride bırakıp Altın Portakal en iyi film ödülünün sahibi olmuş.

6) GİZLİ YÜZ (1991)


Yönetmen: Ömer Kavur
Senarist: Orhan Pamuk

Türk sinemasının en ‘izleyici tarafından hak ettiği değeri görememiş filmleri’nden biriyle karşı karşıyayız.

İstanbul'da pavyon fotoğrafçılığı yapan bir genç adam, gizemli bir kadından her gece çektiği fotoğrafları kendisine getirmesi teklifini alır. Bu kadın, yüzlerde bir mana aramaktadır; bir sırrın peşindedir. Bir gün aradığı yüze rastlar ve genç adamdan o yüzü bulmasını ister. Bu bir saat tamircisinin yüzüdür. Fakat genç adamın da zamanla anlayacağı gibi güzel olan bu yolculuğun kendisi ve aramaktır, bulmak değil.
Zaman, arayış, esrar, mana hakkında mistik, derin ve metaforik bir anlatımı olan Gizli Yüz’ü Kara Kitap’taki Karlı Gecenin Aşk Hikayeleri bölümünden ilhamla yazmış Orhan Pamuk. O gece anlatılan hikayelerden, pavyon fotoğrafçısının otuz yıl önce yaşadığını söyleyerek anlattığı hikaye bu. Orhan Pamuk hayranları, özellikle de Yeni Hayat hastaları için bu filmi izlemek, mutluluk ve tatminle eşdeğer. Çünkü bu filmi izlemek bir Orhan Pamuk romanını okumaktan çok da farklı değil; karakter özellikle Yeni Hayat'taki genç adam karakteriyle benzerlikler taşıyor.
Macit Koper’le etkileşiminin meftunu olduğum Ömer Kavur'un Orhan Pamuk’la birlikteliği de mükemmel. Bir Orhan Pamuk senaryosu en çok Ömer Kavur'a yakışırdı.
Romanlarından aşina olduğumuz arayıştaki genç adam figürünü Fikret Kuşkan başarıyla canlandırmış. 


Ayrıca Gizli Yüz, Nobel kadar değerli olmasa da Orhan Pamuk’a senaryo dalında bir Altın Portakal getirmiş. En iyi film ödülünün de sahibi olmuş.

İki lafımdan birinin Orhan Pamuk oluşunu kendisine olan aşkıma ve sonsuz bağlılığıma veriniz.


7) KARANLIKTAKİLER (2009)

Yönetmen: Çağan Irmak
Senarist: Çağan Irmak

Çağan Irmak’ın kıyıda köşede kalmış, toplumdışı bir anne-oğulun hikayesini anlattığı bu kıyıda köşede kalmış filminin hem kendi filmografisindeki, hem bendeki yeri ayrı.
30’larındaki ofisboy Egemen, gençliğinde yaşadığı travmatik olay sonrası evden çıkamayan paranoid şizofren annesi ile birlikte yaşamaktadır. Asosyal, topluma ayak uyduramayan, tutunamayan Egemen bu döngüyü kırmaya çalışacaktır.
Çağan Irmak ustalığıyla Egemen’in hayatı izleyiciye çokça empati yaptırıyor ve derinden etkiliyor. Meral Çetinkaya ve Erdem Akakçe'nin oyunculukları en küçük fire vermiyor.
Finali de en güzel film finallerinden. Kanatlandırıyor.



8) DELİSİN (1975)


Yönetmen: Engin Orbey
Senaryo: Engin Orbey

Ferit, babasının daveti üzerine "alemin gariban yuvası" Alembeyendi'ye geldiğinde babasının cenazesi kalkmaktadır. Babası mirasını nereye sakladığını söyleyecekken vefat edince, amcaları paraları ararken hizmetçiden olma Ferit'e kaptırmamak için her yeri talan ederler. Ferit'se bunlardan habersiz ve umarsız, amcasının kızı Alev'e aşık olmuştur.
Evet, bir dönem Yeşilçam’daki her tutan şarkıya klip niyetine bir film çekme furyasında çekilmiş filmlerden biri Delisin. Cici Kızlar’ın şarkısı Alev’le (Necla Nazır) Ferit’in (Tarık Akan) aşkına fon müziği oluyor. 
Fakat bu aşk hikayesini anlatırken film bir yandan halkımızın batıllara hurafelere inancını gösteriyor aslında. Çok da abartıldığını düşünmüyorum. Adile Naşit’in harikalar yarattığı Didar Abla karakteri çok tipik bir teyzemiz. Şemsiyenin üstünden atladı diye koca bulduğunu düşünen Şaziye (Ayşen Gruda) de çok tipik bir genç kızımız. Halen.
Hayattan kaçmak için gözlüklerinin ardına saklanan Ferit’i, aç gözlü amcaları, “önce para atılacak sonra bir tur koşulacak” deyip dükkanın çevresinde koşmaya başlayan Alembeyendi insanını öyle eğlenceli buluyorum ki, her görüşümde izlediğim bu filmi yüz kere daha görsem izlerim. Çok seviyorum.
Abartıp; bu film, üzerinde teknik olarak biraz daha çalışılmış bir şekilde Amerika’da gösterilmiş veya çekilmiş olsaydı en iyi özgün senaryo Oscar’ını alırdı bile diyorum.


9) YENGEÇ SEPETİ (1995)


Yönetmen: Yavuz Özkan
Senarist: Yavuz Özkan

Populizm düşkünü televizyon kanallarımız sağolsun - değeri bilinmeyen bu aile filminde, haftasonu tatili için babaevinde bir araya gelen aile bireylerinin çizdiği mutlu aile tablosu saatler ilerledikçe, konuştukça, sırlar ağızdan döküldükçe yıkılır.
Yengeç Sepeti, dev oyuncu kadrosuna sahip bir film, kimler yok ki... Sadri Alışık, Macide Tanır, Mehmet Aslantuğ, Oktay Kaynarca, Derya Alabora, Ege Aydan, Şahika Tekand... Her daim güvenebileceğimiz bu isimler burada da çok sahici oyunculuklar sergilemişler.
Yengeç Sepeti, Sadri Alışık'ın son filmi olma özelliğini de taşıyor.
Teknik anlamda düşük bir film olmasına rağmen küçük bütçeyle de iyi film kotarılabilir, iyi anlatılabilir, aktarılabilire güzel bir örnek Yengeç Sepeti. Teknik dışında bir benzeri, son zamanların iyi aile gerilimi filmlerinden August: Osage County'den çok da eksik değil. Benzer bir gerilimi kurmayı başarıyor.
Ayrıca, o yıl Antalya Film Şenliği'nden de en iyi film, yönetmen, kurgu, erkek (x2), yardımcı kadın oyuncu ödülleriyle ayrılmış. Helali hoş olsun.


10) HABABAM SINIFI (1974)


Yönetmen: Ertem Eğilmez
Senarist: Umur Bugay (Rıfat Ilgaz’ın eserinden)

Beş yaşından beri bildiğimiz gibi, okula yeni gelen müdür muavini ve tarih hocası Mahmut Hoca haylaz ve yaşça geçkin 6 Edebiyat -A sınıfını disiplin altına almak için türlü yöntemler dener. Bu sırada muavin ve öğrenciler hem birbirlerini tanırlar, hem de taviz vermemek husunda yarışırlar. Bizler de bu güzel delikanlıların haylazlıklarını izler, tanıdıkça sever, çok da güleriz.
Sinemamızın gönüllerimizdeki en özel yerine taht kurmuş, gelmiş geçmiş en bilinen filminden bahsetmemek olmazdı tabii. Televizyonda zapping yaparken rastlama olasılığımızın en yüksek olduğu film Hababam Sınıfı. Her repliğini ezbere bildiğimiz bu filmde ne Rıfat Ilgaz'ın yarattığı karakterler, ne de onları can katan oyuncular birbirinden daha değerli. Bu film bir kasting harikası :)
Devam filmleri içinse; ilk serinin dört filmi sonrasında gelen ticari getiri amaçlı filmleri çöpe atsak gitse sinemamızdan bir gram eksilmez. Bunun da nedeninin kastingin dışında en başta insaniyet eksikliği olduğunu düşünüyorum. Haylaz da olsalar erdemli genç adamlar bunlar, bunun üzerine hiçbir şeyin çıkmasına izin vermiyorlar. Sadece sansürden ötürü değil; bütünüyle değerlere saygılı insanlar. Bize kendini bu kadar sevdirmesinde anahtar role sahip olan da budur.






İlk onun ardından bir de ikinci beş düşündüm; çok kararsız kalıp en sonunda şu şekilde bıraktım:


  • Susuz Yaz
  • Sevmek Zamanı
  • Kış Uykusu
  • Bal
  • Tabutta Rövaşata


 “Türk filmi”ni kanıksamış olsak da çok sayıda yerli film hayatımızda iz bıraktı.

Türk sineması, hızla olmasa da sağlam adımlarla gelişiyor. Ender fakat çok sağlam yönetmenlerimiz dünya çapında değer görüyor. Gelecekte dünya sinema sanatına yön verdiğimiz eserlerle dolu yıllar göreceğimiz konusunda umutluyum.

Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...